Sunday, December 11, 2011


SABA TÜMER’İN COŞKULU SUNUMU
“Her evin ışığı yandığında
Hele bir de gurbetteysem vay halime derdin-Filiz Tosyalı”
Karıncanın Su İçtiği An Kitabından

Bu gün farklı bir yazı yazmak istedim. Bir güzelliği yaşayıp da yazmamak olmazdı. Yazmasam haksızlık ederdim. Övmesem içimde kalırdı. İnsan çok uzaklarda olunca; yüreğine dokunan programlardan, kişilerden nedense daha çok etkileniyor…
Türkiye’de gece sabaha karşı saat 04.24. Bizim saatimiz akşamüzeri Kaliforniya’dayız. Saba’nın doğum günü. Bu nasıl güzel bir sunum, ne fedakarca hazırlanmış bir program, tatlı bir sohbet. Sanat camiasından inanılmaz haberler.
Her zaman canlı bir insan Saba Tümer. Her zaman onunla ilgili yazmak istedim, ama bu günmüş kalemimi çevirmek. Toplumun sevdiği sanatçıları halkla buluşturmayı başaran, ne kadar hüzün olursa olsun o hüzne neşe ekleyen bir programcı. Keyifle dinledik yine. Sibel Can’ı bizlere tanıttığı programda biz Amerika’da televizyon başındaydık. Anne Sibel Can’ı, sanatını severek, özenerek ortaya seren Sibel Can’ı, güzel Sibel Can’ı evlerimize getirdi.
Nesrin Topkapı’nın anıldığı, sahnedeki dansının izlendiği program hepimizi mutlu etti. Dansın nasıl sanata döküldüğünü anlatan Nesrin Topkapı dans öğretmedi, FELSEFE yaptı sahnede. Bütün Türkiye’ye dansın nasıl konuştuğunu anlattı. Her hareketi bir halı dokur gibi bizlere gösterdi. Yabancılara tercüme ettiğimiz dansın hareketlerinin söze dökülmüş hali soluksuz dinlendi. Dans adeta şiir oldu. Depremi, rüzgarı, meyveleri yaşattı hareketleriyle.
Yıllar önce Nesrin Topkapı’yı izlemiştim. Sahnenin tam kenarındaydım. İlk kez dansın bir sanat olduğunu anlamıştım. O sanata destek veren Nesrin Topkapı’nın çıplak ayaklarıydı, çocuk bakışlarımla o kadar şaşırmıştım ki, Nesrin Topkapı’nın küçük ama el gibi ayakları vardı. Henüz on sekiz yaşındaydım. Annem dans izlemeyi çok sevmezdi, benim kulağıma şunu fısıldadı; “Şu küçücük ve güzel ayaklarıyla kazanıyor “dedi.
Orhan Gencebay’ı bir sanatçı olarak her zaman her yerde gözlemledim. Bir EDEBİYAT programında engellilerle ilgili çalışmaya destek veren yayınevlerinden birinin hazırladığı sunumda efendiliği ile dikkatimi çekmişti. Ben de davetliler arasındaydım. O günden sonra müziğinin dışında da hayranlıkla izledim. Müzik yaşamına verdiği emekten de öte örnek olmasıydı hep dikkatimi çekti. Saba Tümer’in programına katılımı heyecan yarattı, Gencebay’da farklı olan, gizli olan neydi; paylaşımcılığı, sabrı ve sakinliği. Bir sanatçıya güzel huyun, disiplinin ne kadar yakıştığını bir kez daha gördüm.
İbrahim Tatlıses’in şarkılarında güçlü sesi biliniyordu, ama yurt dışında da muazzam bir ses kabul edildiğini; Atilla Şereftuğ’dan dinlemiştim. Atilla Bey Bayramoğlu’nda evimize konuğumuzdu o akşam. Geç saatlere kadar bize İbrahim Tatlıses’in o muazzam sesinin yankılarından söz etmişti. “Sevginin Şarkısı” nın daha yeni yapıldığı günlerdeydi.
İbrahim Tatlıses’i dinliyoruz, bütün yaşadıklarından sonra, döktüğü gözyaşları için. “Orada kal hangi duygudaysan orada kal, susturma gözyaşlarını, rahat edene kadar ağla “ diyorum içimden. “Bir dakika kendime geleyim” ona yanıt veriyor sevenleri, “Sen kendindesin, onlar kendine gelsin, seni ayıranlar” Şimdi mutlusun, gözyaşların; varsın diye, korundun diye…
Tatlı tatlı ağlamayı da hak etmeli insanlar. Durduğunda gözyaşların bir soru gönderiyorum sessizce; “Gözyaşlarının dili olsaydı neler söylerdi”
“Haydi gidelim karayemiş’e
Elün nişanlısına”
Eğlence dorukta. Geçmiş olsun diyoruz yaşlarına karışan gözyaşlarıyla.
Sevgili Saba Tümer doğum günün kutlu olsun, okyanus ötesine taşıdığın bu güzel program için. Biz buyuz , bizim sanatçılarımız; şarkılarımız, şiirlerimiz, nağmelerimiz bunlar bizim.
Şimdi yeni bir romana başlayabilirim bu programın anısına.

No comments: