Saturday, December 15, 2007

SU KABAGI Sevgi PROJESI TOPRAGI GUNESI ve SUYU sevmek demek Dunyayi sevmek demektir.

Kabak en onemli besin maddesidir. Yuksek tansiyone ve hemoroide cok yararlidir. Ornegin, muz cok seker icerir ama yararlidir. Muz verilemeyen hastalara kabak verilebilir. Ozellikle su kabaginin yemegi mukemmeldir. Borek dahil her sey yapilabilir. Diyet icin mukemmeldir. Suyu boldur kalorisi dusuktur. Bir yillik bitki olmasina ragmen golgesi cinar gibi derin ve ferahlaticidir. /. Ozellikle denize yakin yerlerde asma yetistirmenin olanaksiz oldugu kisa sureler icinde cardaklar kabakla kapatilabilir.

Thursday, December 13, 2007

BAYRAM TATILI

OZUR DILERIZ bu tatil yaz kampi icin bizimle calisma yapacak egitimcilerimizi agirliyoruz. Yani doluyuz. Yaz kampimiza cocuklarinizi gondermek isterseniz Ilhami Ahmetal Ilk Ogretim Okulunu aramalisiniz. Okul Istanbul'da Bagdat caddesi uzerinde.
Zafer Ogretmen sizlere yardimci olabilir. Yaz kampi icin Bodrum Bitez Hakan Otel Dusod Yaz Kampi iyi bir secim. Hem ogrenen hem dinlenen hem de ulkesine yararli isler yapan genclerle birlikte anilarimiz arsivimizde
DUSOD DUNYAYA SAYGI OLANAK VE DESTEK DERNEGI

Friday, November 30, 2007

ZEYTİNBURNU İHSAN MERMERCİ LİSESİ


SU KABAĞI DÜNYA ÇOCUKLARINDAN MESAJ VERİYOR

Çocuklara dünyanın mesajı su kabağı tohumlarıyla...

KÜRESEL ISINMAYA İZİN YOK





Dunyaya Saygi Derneği çocukları su kabaklarıyla oynatıyor. Etkinlik yaptırıyor. Oyuncağın bir bitki. Onu büyütmek ister misin?
Hangi çocuk oyuncağına kavuşmak istemez. Su kabağı tohumu dağıtıyor. Ek toprağa yeşersin. Sula ki solmasın. Güneş görsün canlansın Bütün amacı onları bitki yetiştirmeye özendirirken TOPRAĞIN GÜNEŞİN SUYUN önemini anlatmak buradan dünya sevgisine götürmek. Çocuklara Verilen Boşa Gitmez

SU KABAKLARI DÜNYA BİTKİSİ


Sevgi için elele sukabaklarıyla dostluğu yaşa

SU KABAĞI DÜNYA SEVGİSİ AŞILIYOR

Dunyaya Saygi Derneği çocukları su kabaklarıyla oynatıyor. Etkinlik yaptırıyor. Oyuncağın bir bitki. Onu büyütmek ister misin?
Hangi çocuk oyuncağına kavuşmak istemez. Su kabağı tohumu dağıtıyor. Ek toprağa yeşersin. Sula ki solmasın. Güneş görsün canlansın Bütün amacı onları bitki yetiştirmeye özendirirken TOPRAĞIN GÜNEŞİN SUYUN önemini anlatmak buradan dünya sevgisine götürmek. Çocuklara Verilen Boşa Gitmez
www.filizinkalemi.blogspot.com

Wednesday, November 28, 2007

İÇECEĞİN SOĞUK OLMASA DA OLUR MU?

İÇECEĞİN SOĞUK OLMASA DA OLUR MU?

Daha az para öde. Senin için buzdolapları çalışmıyorsa daha az para ödemelisin. Soğutma ya da ısıtma bir enerji ile mümkündür. Soğutmanın ve ısıtmanın gereksiz olduğu durumlarda enerji tasarrufu yapabilirsin...
Soğuk su ve soğuk içecek daha pahalı satılmalı...

SOĞUK İÇECEKLERE DAHA FAZLA PARA ÖDEMELİYİZ

Soğutma bir enerji meselesidir. Enerji tasarrufu için, soğuk içeceği ısıtma... İçeceğinişn sıcak veya soğuk olması senin için fark etmiyorsa, olduğu gibi iç. Buzdolapları benişm için çalışıp içecek soğutuyorsa ben de soğutulmadan içer daha az para öderim. Ne dersiniz iyi fikir değil mi?
DOĞA ÖYKÜLERİ
ÇOCUĞUNUZA OKUMA ALIŞKANLIĞI VERME
ÇEVRENİZDE YAŞAYANLARLA İLETİŞİM
ÇOCUKLARINIZLA YAŞADIKLARINIZ
AİLE İÇİNDE ÇOCUK SORUNLARI
bu konularla ilgili her şey için bizi arayabilirsiniz.
DUSOD Dünyaya Saygı İnsana Olanak ve Destek Derneği bu amaçla kuruldu. Sizlerin her sorunuza çare bulmak için variz bir mailiniz ya da bir telefonunuz yeter. Bütün amacimiz çocuklarınızla ve ailenizle mutlu huzurlu yaşamanız. Her şeyşn para olmadığını biliyoruz. Öyle olsaydı sadece dünyada parası olan insanlar mutlu yaşardı. İnsan her şeye layik. Güzelliklere.
DOĞA ÖYKÜLERİ
ÇOCUĞUNUZA OKUMA ALIŞKANLIĞI VERME
ÇEVRENİZDE YAŞAYANLARLA İLETİŞİM
ÇOCUKLARINIZLA YAŞADIKLARINIZ
AİLE İÇİNDE ÇOCUK SORUNLARI
bu konularla ilgili her şey için bizi arayabilirsiniz.
DUSOD Dünyaya Saygı İnsana Olanak ve Destek Derneği bu amaçla kuruldu. Sizlerin her sorunuza çare bulmak için variz bir mailiniz ya da bir telefonunuz yeter. Bütün amacimiz çocuklarınızla ve ailenizle mutlu huzurlu yaşamanız. Her şeyşn para olmadığını biliyoruz. Öyle olsaydı sadece dünyada parası olan insanlar mutlu yaşardı. İnsan her şeye layik. Güzelliklere.
ÇOCUĞA OKUMA AŞKI VERMENİN YOLLARI

ÇOCUĞUMUZA ÖRNEK OLMALIYIZ
Çocuklarımız yıllar sonra bile onları etkileyen davranışlarımızın izlerini taşırlar...
Yazılanları okurken bir kez bile çocuğa kitap oku demeden ona bu alışkanlığı nasıl vereceğimizi gözler önüne sereceğiz.
Ona okumaya yönlendirmenin ne kadar kolay olduğunu görerek umutlanacağız. Bunların bir kaçını yapmanın bile yeterli olması yüreklendirip heyecanlandırabilir. Çocuğunuzun aşkla kitap okumaya başlaması sizi gururlandıracak, gelecekteki yaşamının mutlu geçeceğini düşünmeniz de sevindirecek.
Aşağıda peş peşe sıralanan önerileri ‘‘ Ben bunları zaten yapıyorum’’deyip geçmemelisiniz. Gerçekten yapıp yapmadığınızı arada sırada da olsa ihmal edip etmediğinizi gözden geçirmeniz gerekir.
Çocuğa Kitap Aşkı Nasıl Verilir?
Kitap okumayı seven çocuklara imrenerek bakılır. Çok özel bir yaşam biçimiymiş gibi algılanır.
Kitap okuyan, okumaya önem veren bir nesil yetiştirmek istiyorsak bunu sadece öğretmenlere bırakmamalıyız.
Kitap okuma alışkanlığı edinmenin de tıpkı diş fırçalamak, temizlik anlayışını geliştirmek gibi bir çalışma gerektirdiğini unutmamalısınız.
Çocuğunuzu siz yönlendiriyor, onun ihtiyaçlarını siz karşılıyorsanız geç kalmış değilsiniz.
Bazı davranışlarınıza dikkat ederek onu çok okuyan biri yapabilirsiniz. Belki çocuğunuz için bir yol çizmeye çalışırken siz de okuyan ve araştıran biri olabilirsiniz.

KİTAP OKUMAK NİÇİN ÖNEMLİDİR?
Okuyarak sözcük dağarcığı genişler.
Konuşabilen, konuştukları anlaşılan anlatabilen birey olunur.
Biz dağarcığımızdaki sözcüklerle düşünürüz. Sözcük dağarcığımızda az sözcük varsa hayallerimiz de dar bir alan içinde kalır. Sözcükler olmadan düşüncelerimizi genişletemeyiz.
Hayallerimizin geniş olması, düşüncemizin genişlemesi sözcük zenginliğimize bağlıdır. Düşünen insan olabilmemiz için öğrendiğimiz sözcükleri kullanabilmeliyiz.
DÜŞÜNEN İNSAN OLMAK ÖNEMLİDİR
*** Düşünen insan az hata yapar
Herhangi bir davranışta bulunmadan önce düşünür.
*** Geleceğin nasıl olacağını görebilir. Karar almadan önce birkaç seçeneği belleğinde sözcüklerle sonuçlandırır.
*** Düşünürken karşısındakinin yerine kendisini koyarak ani öfkelere kapılmaz.
*** Affedicidir.
*** Yapılan iyilikleri unutmaz. Düşünerek hatırlayabilir.
*** İlişkilerini gözden geçirerek karar verir. Genelde doğru karara yaklaşır.
*** Kendine ve sevdiklerine zaman ayırır.
*** Faydalı uğraşlar bulur.
*** Daha önce yaptığı yanlışları tekrarlamaz.
*** Düşünen insan mutsuz olamaz. Düşünceleri onu çıkış yoluna götürür.
*** Düşünen insan; kimden, ne zaman yardım isteyeceğini bilir.
MUTLAKA YAPMAMIZ GEREKENLER
1-*** Eve her gün bir gazete, en az haftada bir dergi almalıyız.
Yakın komşular ya da akrabalarla dönüşümlü okunabilir.
Şadanlar Çanakkale’ye 40km uzaklıktaki bir köyde yaşıyorlardı. Şadan’ın kuzenleri haftada bir kez köy otobüsüne biriktirdikleri gazeteleri verip gönderiyorlardı. Şadan ve ailesi gazeteleri ancak bir hafta sonra okuyabiliyorlardı.
Ailenin bütün fertleri okuma alışkanlığını geç de olsa ellerine geçen gazetelerle kazandı. Aile içinde yetişen bütün çocuklar yüksek okullara gitti ve meslek edindiler.
2-*** Çantamızda ne zaman okuyacağımızı hiç düşünmediğimiz bir kitap bulundurmalıyız.
Arabamızın arkalıkların birine atacağımız bir dergi ya da bir kitap, arabanın içinde beklemek zorunda kaldığımızda zamanı değerlendirmemizi sağlayacaktır.
Yatılı bölge okulunda ilk eğitimini aldıktan sonra, Gebze Orta Okulu ve ardından Kadıköy Kız Lisesinde eğitimini üslendiğim Emine Can ‘‘Ben okuyup bitirdiğim dergiyi, bir daha okumayacağım bir kitabı bindiğim bir takside ya da otobüste bırakırım. Unutmuş gibi yaparım, amacım benden sonra gelenin okumasıdır,’’ der.
l Niğde Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun olan Emine Can’ın, ‘‘Okuma alışkanlığımı böyle unutulmuş gazete ya da dergilerden edindim. Onu bulduğum anda aldığım zevki size anlatamam...’’ Sözlerinin düşündürücü olduğunu söylemeliyim.
Eşinizi arabada beklemek zorunda kalabilirsiniz Siz çantanızda ya da arabanızda bulundurduğunuz kitabı okuyun. Eşinizin dönmesini beklerken kitabınızın sayfalarını çevirin. Okuyacak zaman bulduğunuz içinde mutlu olun. Çok beklediğinizi söyleyerek yakınmanız, ne sizinle birlikte bekleyen çocuğunuza ne de size yarar sağlar. Sizi bekleten eşinizi üzmekten başka bir işe yaramaz.
Siz kitap okurken çocuğunuzun hareketlerini kısıtlamayın, ona emirler yağdırıp sessiz durmasını söylemeyin. Teybi açsın, oynasın...Siz kitabınızı okuyun. Tabi ki size ve kendisine zarar vermesine göz yumamazsınız. Kitap okuduğunuz için sıkılmadığınızı anlar.

3-***Evden çıkmaya hazırlanırken çantamızın yeterli gelmediğini, elimizdeki kitabı almak için bir parfümü ya da çok sevdiğimiz bir eşarbı bırakmak zorunda kaldığımızı çocuğa hissettirmek, ‘‘ yanına bir kitap al da oku’’ demekten daha yararlı olabilir.
‘‘Bu kitabı koyarsam parfümümü sığdıramam... Zararı yok, parfüm kalsın... Kitapsız çıkamam...’’gibi sözlerle, kitap için nelerden vazgeçebildiğimizi çocuğumuza göstermeliyiz.
***Çocuğunuza okuduğunuz kitapların sonunu değiştirmeyin...Kısaltmayın... Çocuğunuz aynı sona ulaşarak güven kazanır. Pek çok çocuk aynı sona ulaşabilmek için aynı kitapları okumaktan büyük zevk alır. Bunun için çocuklarınıza sakın, ‘‘ne zevk alıyorsun hep aynı kitap aynı öykü...’’ demeyin.
Değişik öykü okuyun ama istiyorsa aynı kitabı okumalısınız.
4- *** Çocuğunuz oyuncaklarına dalmış oynuyor ya da televizyonun karşısına geçmiş en sevdiği filmlerden birini izliyor... Zaman durmadan geçmesine rağmen aldırdığı yok...
Siz sinirleniyorsunuz, zamanın boşu boşuna geçtiğini düşünmekten başka bir şey yapamıyorsunuz.
Sakın ona, ‘‘Bırak şunları yeter artık! Biraz da kitap oku!’’ diye yaklaşmayın.
‘‘Canım o kadar güzel oynuyorsun ki çocuk olasım geldi. Sana 10 dakika veriyorum. 10 dakika sonra oyununu bitirip biraz da kitabını okumalısın...’’
Yine aldırdığı yok oyuna devam...
Sizi duymak istemiyor. Araba sesleri, konuşan oyuncaklar, bambaşka bir dünyada...
Elinize bir çalar saat alın onu kurun ‘‘Bak güzelim bu çalar saat biraz sonra çalacak. Farkında değilsin 10 dakika geçti, ben de anlamadım nasıl geçtiğini, ama şimdi ikimizi de zaman aldatamayacak, onu kontrol altına alıyoruz... Biz seninle çalar saat çalar çalmaz oyuncakları toplamaya başlayacağız’’deyin.
O size kafasını sallayarak da ‘‘olur’’ derse başardınız demektir.
5- ***Çocuğunuz okumayı öğrenmiş olabilir, ama ona kitap okumaya devam edin. İlk okul 5. sınıftaki bir çocuğa bile kitap okuyabilirsiniz. Doğru düzgün okuma alışkanlığı kazana kadar sürekli kitap okumalıdır.
Aynı saatlerde okumak; okuma bilmeyen ya da bu alışkanlığı tam edinememiş çocuklara her zaman yararlı olur.
Akşam uyku öncesi yatağının kenarına oturup okumak ona verilecek en güzel armağan, en sıcak sevgidir. Sayfalarca okumanız da gerekmez. Birlikte seçtiğiniz bir kitabı birkaç günde bitirebilirsiniz.
Bazen aksilikler üst üste gelir, programlar çatışır. Zaman sizin kontrolünüzden çıkmış görülür. Sizi bekleyen ne olursa olsun okuma saatinizi ertelemeyin. Işıklar kesilmiş olsa bile özel bir aydınlatmayla kitap okuma saatinizi değerlendirin.
Çocuğunuza kitap okuyarak vereceğiniz dakikaların devamlılığı çok önemlidir. ‘‘Bu gün çok işimiz var yarın söz...’’demeyin. Bir sonraki güne bırakırsanız aranızdaki anlaşmayı siz bozmuş olursunuz. Çocuğunuz da daha sonraki okuma saatini gereksiz yere uzatmak isteyerek mızmızlanır ya da sizi dinlemeyerek tepki gösterebilir... siz niye böyle davrandığını düşünmek zorunda kalabilirsiniz.
O bilmeli; ne olursa olsun siz kitap okuma zamanında mutlaka onun yanında olacaksınız. Kısa zamanda etrafınızdaki bütün insanlar sizin bu davranışınızı benimseyecektir... çocuğunuz söz konusu olduğunda etrafı fazla önemsememelisiniz. Çocuğunuz toplumun geleceğidir. Onu en iyi şekilde yetiştirmek sizin görevinizdir.

Ne yaparsanız yapın çocuğunuzu kitaba yönlendiremiyorsunuz... oyun ve zamanını boşa harcamak onun yaşam biçimi. Yine de umutsuzluğa kapılmayın. Hala zamanınız var.
Okuma alışkanlığı kırk yaşından sonra bile edinilebilir, ama ne yazık ki okunabilecek zamanlar boşa geçmiştir.


BUNLARIN BİR KAÇINI YAPIN YETER
Size beş ayrı bölümde mutlaka yapmanız gerekenler söylendi. Bundan sonra örneklerle verilen olaylardan bir kaçını seçip, kendi yaşantınıza ve kendi çocuğunuza uygun olanları uygulayabilirsiniz.
Birden bire bunların hepsini uygulamaya kalkarsanız çocuğunuz yorulur, siz de umutsuzluğa sürüklenirsiniz. Sabırla, zaman içinde uğraşmalısınız, çok acele etmemelisiniz.
Çocuk kendisine bir senaryo hazırladığınızı anlamamalı. Çocuklar bazen sizin yapmak istediğinizi hemen anlayıverirler.
Evinizde Bir Kitaplık Bulundurun
Evinizde büyük bir kitaplık olmayabilir, ama en azından okuduğunuz kitapları koyduğunuz bir dolabınız olsun.
Arada sırada kitapları çıkarıp tozunu alın, çocuğunuzun size yardım etmesini ya da bu işi onun yapmasını isteyin.
Aile büyüklerinizden kalan eski kitapları okşar gibi elinizde tutun. Kitabın eskiliğinden, nasıl bu günlere gelindiğinden söz edin. Ders vermeyin... Çocuğunuzla bu konuda sohbet edin onun da konuşmasını sağlayın...
Size oyuncaklarından örnek verecek, oyuncaklarının eskiliğiyle övünecektir. Kabul edin...
Konuşsun...
Ama siz yine de sözü sonunda kitaplara ve kitaplığınıza getirin.
Kitap Fuarlarını Telaş İçinde Gezmeyin
Çocuğunuzu kitap fuarına götürün.
Kitaplara uzaktan değil yakından bakmasını sağlayın. Sevdiği kitapları eline alsın karıştırsın. Onu sabırla bekleyin.
Alamadığınız kitapları birlikte küçük bir deftere not edin. Okuma yazma bilmeyen çocuğunuzla bu notların yanına tanıtıcı işaretler koyun, resimler çizin. Bu işaret ve resimlerle incelediğiniz kitabı daha sonra onun hatırlamasını sağlayın... Kitapla ilgili broşürler de edinebilirsiniz.
Fuar dönüşü mutlu görünün. Geç kaldığınızı söyleyip çok zaman harcadığınızdan söz etmeyin. Ama zamanın yetmediğinden söz edebilirsiniz.
Kitap fuarını gezmek için ayırdığınız zamanın neşeli geçmesi için elinizden geleni yapın.
Geciktiğiniz için yemek hazırlığı yapamamış olabilirsiniz. Evde sizi bekleyenlerle beraber o akşamki yemeğinizi hazırlayın neşeli bir gece geçirin.
İmzalı Kitaplara Önem Verin
Şu anda Koç İlköğretim Okulu öğrencisi olan Umur’u kitap fuarlarından birinde tanımıştım. O zaman Umur 9 yaşındaydı. Daha sonra onunla çok iyi arkadaş olduk.
Umur kasadaki yayınevi sorumlusuna kitaplarımdan birinin fiyatını sordu. Öğrendi. O kitabı almak istiyordu. Kitabı bana imzalatabileceğini söylediklerinde tekrar kasaya yöneldi, ‘‘imzasıyla bu kitap kaç lira?’’ diye sordu...
Bu benim unutamadığım bir olaydır.
Fuarlarda yazarların imza günlerini öğrenin, yazarla çocuğunuzu tanıştırmak için gidin. Bazen böyle bir tanışma kitap satın almanızdan daha yararlı olabilir.
Çocuğunuzu yazarlarla tanıştırmak için beklerken onlara bildiğiniz kadarıyla kitapların nasıl yazıldığından, yazarların kitap yazarken neler hissetmiş olabileceklerinden söz edin.
Daha önce birlikte okuduğunuz kitapları yazarlarına götürüp imzalatmanız çocuğunuzla aranızda çok güzel bir yakınlık kurar, kitaplara önem vermesini sağlar.
Sadece Kitap Satın Alın
Onun sizle gelebileceği bir günü seçin...
‘‘Anne nereye?’’
‘‘Çarşıya kitapçıya gidiyorum’’deyin, sizinle gelmek istiyorsa gelmesine izin verin. Gelse de gelmese de sizin alışverişiniz sadece kitap olsun. Ruj, domates, kuruyemiş, maden suyu, çikolata, sigara almayın... çocuğunuz almanızı isterse ‘‘Kitap için çıktım. Yanımdaki para kitap için’’ deyin... Kitap alın ve neşeyle evinize dönün.
Akşam otururken bu alışverişinizden ve kitapçıdan eşinize söz edin. Sizi ilgiyle dinlemesini sağlayın.
Çocuğunuz kitap seçmek için zaman ayırdığınızı, kitabın yaşantınızda özel bir yeri olduğunu bilsin.
Doktora Giderken Kitap
Doktora ya da dişçiye giderken çantanızda mutlaka bir kitap bulundurun. Bekleme süresinde çıkarıp okuyun... Çocuğunuz zamanınızın ne kadar iyi geçirdiğinizi gören ilk kişi olacaktır.
Sıkıldığını söylerse onun için taşıdığınız bir dergi veya kitabı ‘‘sürpriz’’ deyip verin... Sevdiği ya da seveceğini düşündüğünüz bölümleri kucağınıza oturtup okuyun.
Bunu bir yolculukta da yapabilirsiniz.
Çocuğunuz okuma yazmayı biliyor olabilir, yine de siz okuyun. Sizin kitap okumanız ona eğlenceli gelecektir. Ona meme verirken yaşadığınız mutluluğu yaşayın, siz de kendinizi çok iyi hissedeceksiniz.
Bakkalınıza Kitap Armağan Edin
Bakkalınıza, kasabınıza bir kitap armağan edin. Bazen bir yılbaşı ya da bayram günü iyi bir fırsattır. Kitabı çocuğunuzla birlikte verin...
Kitap armağan ettiğiniz kişinin o kitabı okuduğundan emin olun. Başka bir gün çocuğunuzun yanında o kitaptan söz etmesini sağlayın. Ne kadar doğru bir armağan verdiğinizi, kitapla güzel zaman geçirmiş olabileceğini çocuğunuzla konuşun.
(Kasabınıza hayvanlarla ilgili bakkalınızla müşteri ilişkileriyle ilgili, sucunuza doğal su kaynaklarıyla ilgili bir kitap seçebilirsiniz.)
Örgünüzden Dert Yanın
Bu güne kadar rahat koltuğunuzda oturup örgünüzü ya da dantelinizi yaptınız. Siz örgünüzü yaparken defalarca kitap okumanın yararlarını anlattınız... Bütün bu öğütlerinize rağmen ona kitap okuma alışkanlığını veremediniz... Okumamak için diretti. Bazen okumaya karar verse de çabucak sıkılıp kitabı bir kenara bıraktı.
Geç kalmış değilsiniz. Kitap okuyarak ona örnek olmak aklınızın ucundan bile geçmedi.
Her şeye baştan başlayabilirsiniz.
Bir gün aniden örgünüzden şikayet ediverin... Hırsla örgüyü kenara bırakın. ‘‘örgü yapmak çok zevkli, çok güzel. Ama kitap okumama engel oldu. Ben bu örgüye ara veriyorum. Biraz örgü, biraz kitap’’deyip elinize aldığınız kitabı okumaya başlayınız.
Çocuğunuz şaşıracaktır. Bir süre ‘‘ anneme neler oluyor’’ da diyebilir. Sizin bu konuda ne kadar kararlı olduğunuzu görürse doğru davrandığınızı kabul edecektir.
Belki bir gün örgü örme zamanını uzattığınız da size kitabınızı bile alıp getirecektir.
Yemek Tarifleri
Kız çocuğunuzu mutfağa yanınıza alın. O gün için hazırlayacağınız yemek tariflerini size okumasını, lazım olan malzemeleri saymasını isteyin.
O okusun siz malzemeyi hazırlayın.
Üç çeşit yemek hazırlamak demek onun iki sayfa okuması üstelik de dikkatle okuması demektir. Bu arada diğer tarifleri de karıştırıp okumak isteyecektir. Ona okuma alışkanlığı vermek için güzel bir fırsattır. Arada sırada karıştırmasına ya da yoğurmasına göz yummalısınız. Ama tarifi okuyan o olmalıdır.
Bir tamirat ya da montajın nasıl yapılacağını, tanıtım kitapçığından erkek çocuğunuzun okumasını isteyebilirsiniz. Bu seçim çocuklarınızın cinsiyetleriyle toplumda üstlendikleri görev değil, ilgi alanlarına göre ayarlanmalıdır.
Babaannesinin ya da sizin ilaç tanıtımlarını da okumalarını isteyebilirsiniz. ‘‘ne biçim okuyorsun ver şunu bana’’deyip elinden çekerseniz ya da başka birinin okumasına izin verirseniz, her şeyi berbat edersiniz. İşinizi biraz geç yapacağınızı baştan kabul etmelisiniz. O bir yetişkin değildir. Sizin gibi çabuk bitirmek gibi bir amacı olmayacaktır.
Okudukları anlaşılana kadar okumasını sürdürmesine izin verin... Yardım edip birlikte okuyabilirsiniz... İşe yaradığını mutlaka hissettirin.
Çocuğunuzu kırmamak için ‘‘aferin çok güzel okudun...’’deyip, elinden alır kendiniz okursanız bu da doğru olmaz. Birlikte okuyup, birlikte tamamlamalısınız.
Mektup ve Elektronik Posta Okuyun
Uzaktaki bir akrabanızdan gelen mail ya da mektupları çocuğunuza okuyun. O akrabanızdan, başka bir gün yazdıklarının içine resim ya da şekiller çizmesini isteyin.
Bazen de size bir oyuncaktan ya da çocuğunuzdan çok seveceği bir filmden söz etmesini sağlayabilirsiniz.
İçerisinde sözü edilen oyuncağı alın, götürmenizi önerdiği filme götürün.
Mektubu okumasaydınız, haberiniz olmayacağından söz edip; teşekkür etmek için çocuğunuzla birlikte yazabilirsiniz.
Yeni gelen bir postayı okumanız için sabırsızlandığını gördüğünüzde başardığınızı düşünebilirsiniz
Uzaktan gelen bir posta çocukları daima etkiler.

Fotoğrafları Kullanın
Her çocuğun ailesinde hayranlık duyduğu birileri vardır. Bazen bir dayı, bazen teyze, bazen dede olabilir.
Uzaktaki o kişinin kitap okurken bir resim çektirip çocuğunuza özel birkaç cümle yazıp göndermesini sağlayın.
Resmi, büyütebileceğiniz kadar büyütüp çocuğunuzun istediği bir yere asın.
Kitap okurken çekilen bir resim olduğu için değil, çok sevildiği için büyütüldüğünü çocuğunuz düşünmeli. Sevdiği kişinin kitaplar arasındaki gülümseyen mutlu yüzünün onu ne kadar etkileyeceğini sanırım artık düşünebiliyorsunuzdur.
Bir Arkadaşınızla Anlaşın
Çocuğuyla her zaman kitap okumayı alışkanlık haline getiren bir arkadaşınızla; lunaparka, sinemaya, tiyatroya veya çarşıya gitmeye karar verin. Çocuğunuzun en sevdiği oyuncak mağazalarından birine de gitmeye hazırlanabilirsiniz.
Arkadaşınız ve çocuğu yarım saat geç geleceklerini söylesinler... Sizinki bir an önce gitmek isteyerek sabırsızlanacaktır...
Geç kalmalarının nedenini unuttuğunuzu söyleyip; ‘‘Gecikeceklerini söylediler, ama nedenini hatırlamıyorum. İstersen telefon edelim’’deyin. O konuşsun. Karşıdan gelen yanıt düşündürücü...
‘‘biz kitabımızı okuyoruz. Az kaldı. On beş dakika daha okuyup yola çıkacağız’’ dediklerinde, ‘‘Hay, Allah , söylemişlerdi... Nasıl unuttum kitap okuyacaklarını’’ deyip, fazla üzerinde durmayın.
Çocuğunuz bir an kitapları ve kitap okumayı düşünecektir.
Aman Babalar Rahatınız İçin Azarlama Yok
Hafta sonu pek çok baba koltuğuna uzanır ve gazetesini okur. Rahatsız edilmeye dayanamaz. Köşe yazılarını, dip notlarını... Futbolla ilgili yazıları okur okur...
Okuyan biri her ortamda çocuğa iyi bir örnektir.
Çocuk yanınıza gelir, sizinle oynamak, hayvanat bahçesine gitmek, öylesine konuşmak isteyebilir.
‘‘Bu evde bana rahat yok, bir gazete bile okutmuyorsunuz!’’ diye çocuğa bağırmak çok yanlıştır. O zaman çocuk okuyan insanlardan ürker, korkar, evde kitap ya da gazete okunmasından hoşlanmaz.
Ne olursa olsun bir baba başını kaldırıp, sevgiyle çocuğunu yanıtlamalıdır. Çocuğa bağırıp çağırmamalıdır. Gazetesini bir kenara bırakmalı çocuğuyla ilgilenmelidir.
Okurken göstereceğiniz öfkenin çocuğu okumaktan soğutacağını unutmamalısınız. Bunu tıpkı banyo günlerinde telaşla geçiren bir ailenin çocuğunun banyodan nefret etmesi gibi algılamalısınız.
Çocuktan biraz zaman isteyip okumaya devam etmek en güzel ve en doğru davranıştır. Okunan gazetede çocuğun ilgisini çekecek bir resmi göstermek ya da bir karikatürü anlatmak ise mükemmel bir davranıştır.
Bırakın Sesini Kasete Alsın
Çocuğun kitaplarla hiç ilgisi yok. Bozmak, kırmak, karıştırmak ilgi alanı gibi görünüyor.
Önüne bir teyp koyun. Okuduğunuz kısa fıkra ve öyküleri kasete çekmesini isteyin. Kendi sesinden ve sizin sesinizden çekilenleri dinleyin, kitaptan takip ettirin. Kaseti başa da sona da saran, çalıştıran o olsun.
Yazılı metinlere saygı gösterin
Posta kutusundan aldıüınız ödeme ve dşger reklam

SONUÇ
Bütün bunları uygulamanız tabi ki mümkün değil. Ama zorunlu yapmanız gerekenlerin dışındaki birkaç taneyi denemeniz, size yarımcı olacaktır.
Çocuklara oku demek yerine örnek olmak en güzelidir.
Düşünen bireyler olmak için okumalıyız.

Wednesday, August 22, 2007

YEREL HABERCİLİK
Gazetecilerin yazdığı haberler kaynak olabilir mi diye hiç düşündünüz mü? Ben uzun zamandır, son günlerde okuduğum kitaplardan dolayı düşünür oldum. Gazetecilik mesleğinin saygınlığı düşüncelerim arasında yerimi bulmaya çalışırken de böyle bir yazı döküldü kalemimden. Belki de yazım bir kez daha bazı gazetecilerin kulağına küpe olur gibi de değerlendirilebilir. Yoksa bu meslek önemlidir, bu gün yaz yarın unut gibi algılanamaz.
Gazeteciler Her Şeyi Yazmaz
Okuyucu gazetecilerin her şeyi yazmadığını, basının her şeyi yayımlamadığını düşünmeye başladığında, gazetecilik daha güvenilir bir meslek olur. Bunun yalnız benim fikrim olduğunu sanmayın. Böyle düşünen bazı akademisyenler de var. Her şeyi yazmaya ve yayımlamaya kalkarsa çok hata yapabilirler. Bir gazetecinin araştırma yapmadan yazmadığını gösteren bir özellik olarak da algılanabilir. Bu şekilde algılandığında o basın kuruluşuna güven kalmaz. Kamuoyu oluşturan suçlama ve skandal haberleri prim yaptığı için, değerli basın mensuplarına geçici şöhret ve servet sağlayabilir.
Bir örnekle yazıya devam etmek isterim.
Tarihçilerin gerçeğe ulaşma yöntemlerine bakarak haber kaynaklarının bizlere aktardıklarından yararlanmalarına dikkat edelim. Olasılıklar, zıtlıklar hepsi kafaları kurcalar. Ama bize ulaştırılan bilgilerin başka bir kaynakla değişmesi her zaman olasılık içindedir.
Tarihçi bütün verileri tek tek inceler ve bizim için kaleme alır.
Gazete haberleri tarihe kaynak olabilir mi?
Sanırım olmaz diye yanıt vermeniz gerekecek. Hele yüzyıl gerilere gidip, gazete haberlerinin isimsiz yapıldığını düşünecek olursak, imzasız bir gazete haberine güvenmemizin ne kadar güç olduğunu anlayabiliriz. Zaten yüzyıl önce habere imza diye bir alışkanlık da yoktu.
Gazete yazılarının birinde geçen bir cümlenin; Orhan Pamuk’un romanından alındığını evimize gelen gazeteden öğrenelim. Bir araştırmacı bu cümleden yola çıkarak bir şeyler yazmak istediğinde o gazetedeki cümlenin Orhan Pamuk’un romanından alınıp alınmadığına ne kadar güvenir?
Gazetedeki yazıdan alındığını bilimsel araştırmasına dip not düşen bir araştırmacının yazısına okuyucu nasıl bakar?
Bu soruları iki soruyu ben kendime sorarken, sizlerin de kendi kendinize sormasını bekledim.
1830’ların başlarında Stuart Mill’in çevirilerinden birinin başına gelen olay, Jacques Barzun’un yazdığı konuyla ilgili bir kitapta aynen anlatılmakta. Üstelik de Fransız seçkinlerinin bir dergisinde yayımlanan “J” imzalı uzun bir mektuptan söz etmekte. Mantık ölçülerinde bu mektup Stuart Mill’in çevirisi gibi görünmektedir, diyen kitapta; Stuart Mill’in İngiltere’de sosyalist gruplarla bazı araştırmalar yaptığı için o mektubun ona ait olduğunun düşünülmesi gerektiği söylenmekte. Oysa ki bütün bunlar Stuart Mill çevirdi demek için yeterli değildir. Yanına bir M harfi eklenmiş olsa da, birkaç gün sonra başka bir editör kanalıyla ayni dergiye “J” imzalı ikinci bir mektup ulaştı. Sıradan bir İngiliz’den geliyordu. Araştırma devam etti. Dördüncüsü, beşincisi eklenir.
Sonunda daha önce yayımlanmış bir not bulunarak gerçeğe varılır. O zaman ilk yazıyı, yani gazetecinin yazısını araştırmacının kullanamadığı görülmektedir.
Aslında belki de haberin niteliğini düşüren; iletişim araçlarının durmadan gazeteciliği kolaylaştırmasıdır. Bir çok gazetecinin bu gün, haber ayağına gelir.
Yine ayni kitapta giderek artan yanlışlamalardan söz ediliyor. Elinde silah var diye çoğu insana katil, hapishane parmaklıkları arkasında diye dolandırıcı denilebilmektedir.
Renkli ayrıntılarla, dış mekanların süsü ve çarpıcı özellikleriyle çekilen filmler de, belgeseller de bizi yanıltabilmekte. Çoğu insan bu görüntüleri araştırmacı mantığıyla hazırlandığını düşünerek gerçeğe dönüştürür. Tamamen savsata denebilecek haberler önem kazanır. Bazen de çok doğru yapılan haberler önemini yitirir.
Yerel basında bunun ne farkı veya ne ilgisi var dediğinizde benimle ayni düşünceleri yakalayabilirsiniz. Yerel basın kendi yöresinin olayının içindedir. Olay çevresinde geçmektedir. Yere yakındır, ulaşması kolaydır. Tonlarca para ödeyerek haberi satın alması ya da çağın gelişmiş iletişim araçlarından faydalanması gerekmez.
Daha önceki olaylarla bağlantı kurarak değerlendirme olanakları sonsuzdur. Kişi ve kuruluşlardan ne şekilde yardım alabileceğini yerel gazeteci bilir. Görgü tanıklarına ulaşabilir. Olayın kahramanlarından bire bir bilgi alabilir. Herkesle her noktada yüz yüze gelebilir.
Yerel basın daha güvenilir diye düşünüyorum.
İletişim araçlarının, ilerleyen teknolojinin basına ve medyaya verdiği zararın bir de bu açıdan düşünülerek değerlendirilmesini uygun görüyorum. Toplumun görüş ve düşüncelerine, kararlarına, akademisyenlerin yapacakları araştırmalara ışık tutamamasının sıkıntısı yaşanırken yerel basının güvenirliliğinin gururunu yaşıyorum.
Ben araştırmacı olsaydım, yerel basının haberlerinden, köşe yazılarından yararlanırdım. Yerel basın 21. yüzyılda bu saygınlığı elinde tutmak için kaynağından haber yapmayı sürdürmeli, özellikle çevresiyle ilgili haber hazırlarken çok dikkatli olmaya devam etmeli. Tarafsızlığını bir ilke olarak korurken, yerel haberleri yaparken bütün hassasiyetiyle hareket etmeli, fısıltıyla haber yapmamaya özen göstermeli. Haberlerini dili geçmiş zamanla sunacak kadar içinde olmalı.
.
SAMSUN
Gençlere hizmet etmede öncülük eden bir şehir Samsun. Çevre kasabalarındaki kaplıcaları ile de ünü yerinde. Konaklama, sosyal yaşamı devam ettirme gibi olanakları en üst düzeyde yakalayan Samsun şehriyle gurur duyabiliriz.
İl Gençlik ve Spor Müdürlüğünden alınan bilgiye gore gerçek bir spor şehri Samsun. 3 adet tenis kortu, 1 boks salonu, 1 atıcılık, 1 okçuluk salonu, 97 adet semt basketbol sahası, 35 voleybol sahası ve 70 adet semt futbol sahası faaliyet göstermektedir.Faal sporcu sayısı 17116, hakem sayısı 900, Kadrolu antrenör sayısı 4, Fahri antrenör sayısı 62, profesyonel kulüp sayısı 2, faaliyet gösteren spor kulüpleri sayısı (Spor, müessese, ihtisas, özürlüler) 135’dir.
Samsun Adı Nereden Geliyor
Milet göçmenleri tarafından kurulan kıyı şehrimiz Samsun.
Eski adı Amisos’tur. Halk içinde değişe değişe bu isim Samsun oldu.
Samsun bölgesine Türkler Canik Bölgesi derlerdi. Samsun Malazgirt Zaferi ile Türklerin eline geçti. Türklerin eline geçene kadar, hemen hemen her şehrin kaderini yaşadı. Önce Frikler, Persler ve Makedonyalılar şehrin sahibi oldular. Daha sonra, Pontus Devleti bu şehirdeydi. Romalıların ve Bizanslıların işgalinden sonra ancak Türklerin eline geçti.
Samsun kolay vazgeçilir bir şehir değildir. Deniz kenarındadır,
Bir ara yine Pontus Devletinin elindeydi, ama Alaettin Keykubat şehri aldı. 13. Yüzyılın ikinci yarısında ele geçti; “Müslüman Samsun” bu günkü şehri kurdular. “Gavur Samsun” da vardı, o; bir Ceneviz Ticaret şehriydi. Türk şehriyle arasında birkaç kilometre uzaklık vardı. Samsun’un tam bir Türk şehri olması asırlara dağıldı.
Mustafa Kemal’in Ordu Müfettişliği görevi ile Samsun’a çıkması 19 Mayıs 1919 tarihi Kurtuluş Savaşının başlangıcıdır.


SİNOP
Limanımız güzel şehrimiz Sinop özelliğini koruyan bir şehirdir. Karadeniz’in incisi demek isterim Sinop şehrine. Sözcük Türkçe değildir. Türkçe sözcüklerin son hecesinde bildiğiniz gibi o harfi olmaz. Batılı kaynaklardan alan bilgilerden yola çıkarsak; İsa’dan önce 1300-1200 yılları arasında kuruldu diyebiliriz. Hitit metinlerine baktığımız zaman ismini “Sinova” isimli kraliçeden aldı diyebiliriz.
Sinova bir Amazon kraliçesidir. 13. Yüzyılda Selçukluların eline geçen şehir, 15. yüzyılda, yani Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlılara geçti. Daha önceleri; Hitit, Asur, Pers, Lidya, Makedonya ve Pontus egemenlikleri altında kaldı.

EFSANE
Sinope güzelliği ile ün yapmıştı. Zeus’u bile kendine aşık etmeyi başaran Sinope, Asopos Irmak tanrısının kızıdır.
Derelerde göllerde yıkanıp, çiçeklerin arasında dolaşarak hiç evlenmek istememektedir. Bir gün derede yıkanırken Zeus onu gördü. Ay ışığı altında daha da güzel görünen kıza yaklaştı.
Kız o kadar korktu ki ağlamaya başladı. Her bir gözyaşı bir çiçek oluyordu. O gece yarısı kuşlar onun ağlamasıyla uyandılar. Zeus’a çok kızdılar. Koluna, başına kondular, cıvıldadılar. Sinope’ye zarar verme, o kimseyle evlenmek istemiyor, dediler. Kızın gözyaşları da bu yalvarışlara eklenince katı kalbi yumuşattılar.
Zeus ne kadar yumuşarsa yumuşasın, öç almaktan kaçınmadı. Sinope’yi Karadeniz kıyılarında ıssız bir yere bıraktı. Sinop şehri işte sonradan bu yerde kuruldu. Adını Irmak tanrısının kızı Sinope’den aldı dememizin nedeni
www.filizinkalemi.blogspot.com
ŞEHİRLERİMİZİN ADI NE ANLAMA GELİR
Muğla’nın eski adı; Muğla ile başlamak isterim. Tabi ki Bodrum ve Bodrum efsanesini de anlatacağım, ama öncelikle içimden Muğla geldi.
Muğla’nın Ege bölgesinde bir il olduğunu hemen hemen herkes bilse de ilk hatırlanmada aklımıza Akdeniz Bölgesi gelir. Bence Muğla’nın bir yazlık olarak algılanmasından.
Muğla’nın eski adı “Mobolla” idi. Küçük krallıklar arasında durmadan el değiştiren bir şehirdir. Muğla Roma imparatorluğunun parçalanma aşamasında Bizans’ın payı oldu. Bazılarına göre Muğla’nın ismi Çine çayından geliyordu. Çine çayından geldiği düşünülürken Bodrum’un isminin Gökbelde olduğu da unutulmamalı.
EFSANE
Muğla ismindeki çoban kavalı çok güzel çalarmış. Bir gün Gökbel’de de koyunlarını otlatırken bir peri kızına rastlamış. Peri kızının da elinde lir varmış.
Güzel kız yemyeşil ovada çobanın karşısına çıkmakla kalmamış, bir de onunla yarışmaya kalkmış.
“Ey güzel kaval çalan çoban benimle yarışır mısın?” diye sormuş.
Çoban kendine çok güvendiği için yarışmayı kabul etmiş.
“Tamam, güzel peri kızı yarışalım” demiş
Peri kızı bu kez şart ileri sürmüş;
“Yarışalım, ama kim kaybederse, yarışmayı kazananın dilediğini yapacak. Ne isterse istesin” demiş.
Çoban, peri kızının bu isteğini de düşünmeden kabul etmiş.
Çobanın çok güzel bir türkü çaldığını tahmin edebilirsiniz. Peri kızı durur mu, o da bir türkü çalmış. Çoban kuş sesleri çıkarmaz mı, peri kızı da kuş sesleri çıkarmış.
Peri kızı kazanmak istediği için kurnazlık da düşünüyormuş.
“Şimdi herkes çalgısını tersinden çalacak” demiş.
Zavallı çoban, tersinden çalamamış kavalını, evirmiş çevirmiş bir türlü olmuyormuş. Hiç ses çıkmamış, boşu boşuna soluk tüketmiş.
Sonunda peri kızı yarışmayı kazanmış, çoban da yenildiğini kabul etmiş.
Peri kızı Muğla isimli çobanı ırmak haline getirmiş. Gökbel’de akan ırmak işte bu çobanmış.
Bu ırmağı görmek için insanlar uzak yollardan akın akın gelmişler. Zamanla o ırmak kenarları yerleşim yeri olmuş. Muğla ili böylece kurulmuş.

BURSA
Türkiye’nin beşinci büyük şehri Bursa’dır. Eski çağlarda Bitinye adı verilen bölgenin başşehriydi Bursa. Bursa’yı kuran da Bitinya Kralı Prusias’tır. Önce Bursa’nın adı “PRUSA” oldu.
Günümüzde Bursa bir sanayi şehridir. Ama benim izlenimlerimi almak isterseniz, bursa benim için eğlence merkezimdir. Hem eğlenirim hem de dinlerim. Eşim ve çocuklarımla çoğu zaman alış verişlerimi bile arabamızla geçerken otoban üzerindeki o çok güzel sunum yapan mağazalarından alırız. Kaplıcaları sıcacık suları, kış aylarında Uludağ’ı sanki Türkiye için bir nimettir.İstanbul’da bir hafta sonu planı yapmak, dostlarla mutlu birkaç gün geçirmek Bursa’ya gitmekle mümkün olur. Sizlere de bu tür planlarda söz hakkı verildiğinde Bursa’ya gidelim diyebilirsiniz. Hayvanat Bahçesi. Kır kahveleri, sokak araları en sevdiğim mekanlarıdır. Sizlere türbe ve tarihi camilerinden de söz etmek isterim, ama oralara mutlaka gidip göreceksiniz diye düşünüyorum. Bir imza programı içinde Bursalı gençlerle ve çocuklarla tanıştım. Belediye’nin Kütüphanesinde yapılan bu etkinlik bana Amerika’daki kütüphaneleri anımsattı. Etkinlik, imza, çocuklar ve kitaplar her şey özenle hazırlanmıştı. Bu kuruluşta çalışan insanlar çocuklara kitap sevgisi verebilmek için özenle seçilmişti. Çocukların ve gençlerin kitaba olan sevgilerini görmem de unutamayacağım anılarımın arasındadır. Gelin hep beraber Bursa’ya bir KÜLTÜR ve etkinlik şehri diyelim
SÖYLENTİ
Polifemos, Hylas ve savaşçı Herakles çok iyi arkadaştırlar. Birlikte savaşa katılırlar. Mudanya’ya(Mirlea- o günkü adı) ulaşırlar. Herakles bir şanssızlık yaşar; küreği kırılmıştır, yerine yenisini yapmak zorundadır. Mudanya’da bir ağaç dalına uzanır, onu kürek yapmak için keser.
Hylas, arkadaşı kürek yapmak için uğraşırken, su aramaya gider. O kadar uzaklaşır ki ormanın içinde kaybolur.
Yakışıklı ve güzel bir genç olan Hylas’e aşık olan su perileri onu saklamışlardır. “Hylas! Haylas” diye bağırarak ormanın içine dalan arkadaşları, günlerce dolanırlar. Ne yazık ki bulamazlar. Herakles yoluna devam etmek zorundadır.
Polifemos’un arkadaşına kavuşma umudu kaybolmaz. Herakles umudunu kaybetmiş bir şekilde yoluna devam eder. Polifemos mutlaka bulacağına inanır, orada kalıp aramaya devam eder. O bölge Polifemos’un gelecekte yaşayacağı yer olur. Yöreye yerleşir. Önce ova üzerinde KİOS şehri daha sonra PRUSA kurulur. Yani o şehir bu gün BURSA şehridir.

MANİSA
Çocukluğumda tanıdım Manisa’yı. Babamla “İzmir’e gidip de Manisa’ya gitmeden olmaz demişti.” Manisa Tarzan’ını törende gördüğümü arkadaşlarıma anlatırken çok gururlanırdım. Sekiz on yaşlarındaydım, şehrin tek yabancı konuğu sanki bendim, bana baktı, yanıma yaklaştı, güldü.
İlk kez SU KABAĞI projesi Tan Yuvada Kazasker Lions desteği ile başlatmıştım.
Minik elleriyle anaokulu öğrencilerine tohumları ektirirken çok heyecanlıydım. Su Kabağı-Müzik kitabı, Tekerlekli Sandalye –Öykü teliflerini bağışlamıştım. Radyo programları ve birçok etkinlik.
Henüz İstanbul’da engelli kardeşlerimiz için özel alt sınıflara hazırlayan anaokulları yapılandırılmamıştı. Müzik kitabının ve diğerlerinin telif gelirleriyle ilk özel alt sınıfları tefriş edilerek hazırlandı. Zamanın Bakanı Köksal Toptan’ın çabaları unutulamaz. Sayın Bakan ve Kazasker Lions üyeleriyle birlikte açılışını yaptığımız Yahya Kemal Beyatlı; özel alt sınıflar için öğrenci yetiştiren anaokullarının, İstanbul gibi büyük bir şehirde ilkidir. Su Kabağı tohumlarını dağıtarak, güneş, su, toprak ve ülke sevgisi aşılayan proje bu önemli göreviyle de ayrı bir önem taşır.
MAGNESYA-MANİSA
Ege bölgesindeki Manisa’nın ismi çok büyük değişimlere uğramadı. Yunanca olduğu sanılan “Magnesya” sözünden geliyor. Türklerin koyduğu Manisa ismi önce “Magnesya” olarak söyleniyordu.
Şehri Süleyman Şah ele geçirmeden önce sırasıyla; Lidya, Pers, Makedonya, Rama ve Bizans egemenliklerinde kaldı. Bu şehir Birinci Haçlı seferlerinden sonra bir kez daha Bizanslıların eline geçti. Anadolu Selçuklu Devletinin Uç beylerinden biri olan Saruhan Bey tekrar ele geçirdi. Anadolu Selçuklu Devletinin de son yıllarıydı, alınan şehir başkent yapıldı. Manisa daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katıldı.
EFSANE-AĞLAYAN KAYA
Manisa’daki ağlayan kayanın Kral Tantalos’un kızı Niobe olduğuna inanılır. Niobe’nin on iki çocuğu vardır. Çocuklarıyla gurur duyar, başkalarını küçümser. Onları çok üstün görür. Leto çok kıskanır. Çocukları Artemis ve Apollondan Niobe’yi cezalandırmalarını ister. Böylece onlar Niobe’nin çocuklarını öldürürler.
Niobe’nin acısı sonsuzdur. Acıyı dindirmek için Baştanrı Zeus Niobe’yi kaya haline dönüştürür. O gün bu gündür, acısı dinmez, halen kayadan yaşlar gelir.


AKÇAABAT
Şirinliği ile ünlü olan Akçaabat herkesin görmesi gereken bir yerleşim yeridir. İsmini ünlü kalesinin beyaz renkli taşlarından alır. Akçaabat kalesi zamanında limanı korumak için yapıldı.
AKÇAABAT ÖYKÜSÜ
Bizans’ın tekfuru çocuk sahibi olamıyormuş. Bir gece ilginç bir rüya görmüş. Rüyasında kapkara sakalları olan bir papaz ona; “senin bir kız çocuğun olacak. Ama onu hiç güneşe çıkarmayacaksın, güneşe çıkarırsan sararıp solacak. Çocuğun hiç güneş görmemesi lazım” demiş.
Bir gün Bizans tekfurunun gerçekten bir kız çocuğu olmuş. Çok sevinmişler. Çaresiz tekfur, kalenin içinde hiç penceresiz bir oda inşa ettirmiş. Kızını bu odaya koymuş. İçeri güneş giremiyormuş.
Günler geçmiş, tekfurun kızı büyümüş.
O yılların birinde Selçuklu Türkleri kaleyi kuşatmışlar. Bir türlü kaleyi ele geçiremiyorlarmış. Sonunda yeraltından bir tünel kazmaya karar vermişler.
Tekfurun kızı kazılan bu tünelden gelen yakışıklı bir askeri görünce, şaşırmış. O an âşık olmuş. “Beni buralardan al götür, yakışlıklı asker “diye yalvarmış. Meğer asker de, bir bakışta kıza âşık olmuş. Kızın yalvarmalarını yanıtsız bırakması olanaksızmış.
Askerle tekfurun güneş görmemiş kızı birlikte çıkmışlar. Kız bir anda kendinin gün ışığının içinde bulmuş. Sararıp solmaya başlayan kız; yanındaki askere hayran hayran bakarken, ne yapacağını bilememiş. Birkaç adım sonra da ölüp kalmış.
Kızın öldüğü yerde beyaz zambaklar bitmiş.
Kaleyi ele geçiren Türk komutanı kızın öyküsünü dinlemiş. Çok üzülmüş. Kızın öldüğü yere taşları bembeyaz bir türbe yaptırmış. Zamanla herkes bu türbede adak yapmaya başlamış. Özellikle sevgilisine kavuşmak isteyen âşıklar gelirmiş. Daha sonra o türbenin etrafında evler kurulmuş.
İşte o yöre Trabzon’a bağlı, Akçaabat ismini alan o şirin yerleşim yeri olmuş

ANKARA
Ankara bir zamanlar bağlar bahçeler diyarı bir yöreydi.
Anakara’nın adı Engürü olarak geçer. Ankara sözünün üzüm anlamına geldiğini Engür sözünden türediğini söyleyen kaynaklara rastlarsınız.
Yunanca’da koruk anlamına gelen “Agurida” sözü de vardır.
Hint-Avrupa dilinde “eğmek “ anlamına gelen ANK
Sanskritçe’de “Kıvrıntı” anlamına gelen “ANGAB” sözü var.
Latince’de “çengel” anlamına gelen, “ UNCUS” sözünden türediğini savunanlar da var.
Frigya’da da “ANK” sözcüğü var.
Engebeli, kıvrıntı sözcüğünden aldığını kabul etmek en mantıklısı gibi görünüyor.
Sırasıyla Ankara; Ankrya, Ankura,Ankuria, Angur, Engürü, Engürüye, Angare, Angora, Ancora, ve son olarak da ANKARA ismini aldı.
TÜRKÇE ZENGİN BİR DİL
Şiveler ağızları, ağızlar diyelekleri, diyelekler dilleri yaratır.
Türkçenin fakir bir dil olduğunu söyleyenler aldanmaktalar. Bir çok ülkede ana dil olarak konuşulan Türkçe DİYELEK bakımından oldukça zengin bir dildir. Bir dilin diyaleği olabilmesi için başka ülkelerde anadil olarak konuşuluyor olması gerekir.
Şive bir kültür olayıdır. Ağızlar ayni ülke içinde şehirlere göre değişir, ya da bölgelere. Diyelekler sınırlar aşıldığında ortaya çıkar.
Ağızlar konuşulduğu gibi yazılmaz, bizim Türkçemiz İstanbul ağzı ile konuşulur ve yazılır. İstanbul ağzı ortak ağız seçildi. Yazı dilinde her zaman ortak ağız kullanılır.
Lehçeler(Diyelek) konuşulduğu gibi yazılır.
Bazı Avrupalılar Türklere barbar diyerek haksızlık ederler.
Alfabe medeniyetin göstergesidir. Türkler bu durumda iki kat daha medeni kabul edilmeli. Türklerin iki alfabeleri vardır. Bizim kullandığımız alfabe olduğu gibi kopya edilmiş bir alfabe değildir. Oysaki Avrupalıların kullandığı Latin Alfabesi yüzde yüz kopyadır. Romalıların Fenikelilerden aldıkları bir alfabedir.
Atatürk Latin alfabesinde olmayan harflerin nasıl kullanılacağını öğretme görevini üzerine alıp, dilimize yeni harfler kazandırdı (ı,ş,ü,ç,ö,ğ). Bununla da yetinmedi, bazı harfleri de çıkardı. Bu harfleri kolaylıkla anımsayabilirsiniz (q,w,x) Alfabemizin ismi “Yeni Türk Alfabesi” olarak kabul edildi. Bize öğretme görevini üstlenen Atatürk’e de BAŞÖĞRETMEN ünvanı bu önemli görev nedeniyle verildi.
ANTAKYA
İsa’dan önce 4000 yıllarından söz ediyoruz. Şöyle bir düşünüp, ne kadar eski bir yerleşim yeri olduğunu kabul edebilirsiniz.
Kurulduğu günden beri de üzerinde yaşam olan bir şehir.
Antakya’da önce Hititler yaşamaya başlıyor. Antigonos büyük bir general, bu büyük general, önce Suriye ve ardından Antakya’yı işgal eder.
Antigonos Makedonya kralı Büyük İskender’in Generallerindendir. İşgal ettiğinde, Antakya diye bir şehir yoktu, toprak vardı.
İsa’dan önce 300 yıllarında Makedonya Kralı Seleukoz Antakya’yı kurdu. Siz de olsanız belki onun gibi yapardınız, kurduğu şehre babasının ismini verdi. ANTİOKHİA şehrin adı oldu. ANTİOKHİA zamanla çok büyüdü. Başşehir olmayı başardı.
Bizanslılar, Romalılar ve Yunanlılar bile bu şehri ele geçiremediler. Çin ve Doğu Türkistan’dan gelen ticari kervanların kavşak noktasıydı. Çok önemli bir şehirdi.
Yavuz Sultan Selim Antakya’yı 1515 de Osmanlı topraklarına kattı.
GÜZEL “İSKENDERUN”
Antakya’dan söz edip de, güzel İskenderun’dan söz edilmez mi?
Deniz kenarında şirin bir yerleşim yeri. İskenderun’u da Büyük İskender kurdu. Antakya’dan bir yıl sonra kuruldu. Yani 1516 da.
İsmini kurucusundan alır. Önceleri ismi, Küçük İskender’di, yani Aleksandria Minor. Mısır’da da İskenderiye şehri vardı, onu da İskender kurmuştu. İskenderun’a küçük denmesinin nedeni ikisinin birbirine karışmaması içindi. Çok güzeldi, ama gerçekten küçüktü.






EDİRNE
Edirne yalnız Edirnelilerin değil. Türkiye’ye adım atan her yabancının bizleri tanıyabileceği bir yerleşim yeri.
Eski adı Odris olan Edirne önemli bir şehrimiz diye düşünüyorum. Bu günkü Edirne daha özel, bakımlı olabilir. 21. Yüzyılda yaşarken Edirne yalnız bırakılmamalı. Biraz sanat, biraz gözü mutlu eden düzenlemelerle hoşlanılacak bir hale getirilmeli.
Göbekler, yol çizgileri, Avrupa şehirlerindeki gibi dönüşleri gösteren renkli oklarla hemen anlam kazanabilir. Edirne’ye her gidişimde Brüksel’in Tervuran kasabasını hatırlarım. Tervuran çok sevilen bir yerleşim yeri olmasına rağmen Belçikalıların gözdesi değildir, ama dışardan gelen yabancıların çok ilgisini çeker. Keşke Edirne başkanları Tervuran ile Edirne şehrini kardeş yapsalar. Birbirlerinin güzelliklerini paylaşsalar diye düşünürüm. Biraz düzenlemeyle oradan çok daha güzel olabilecek bu önemli şehrimizin kalbimde ayrı bir yeri vardır. Özellikle Selimiye Camisi çevresindeki karışıklık Kapalı-çarşısının güzelliğini bile unutturacak hale getirebiliyor. Bence Selimiye Camisinin etrafı sokak satıcılarından ve kargaşadan arındırılmalı. Caddelerde ve sokak aralarındaki su sızıntıları, ıslaklıklar, çağa uymayan trafik akışı düzenlenmeli diye düşünüyorum.
Edirne’yi sevenler mutlaka onun güzelliği için binaları yıkmadan, yeni binalarla güzel tarihi şehri boğmadan da bir şeyler yapabilirler.
İSMİ NEREDEN GELİYOR
İkinci Yüzyılda yeniden, Hadrianus tarafından kurulduğu için adı; Hadrianopolis olarak kabul edildi.
İsim yanına eklenen ek (opolis) şehre, “onun şehri” anlamını verir. Kendi adıma bir şehir kurmaya karar versem, bu kurala uyarsam adının “Filizopolis” olması gerekir. Yani filiz’in şehri. Sizler de kendi isimlerinize göre şehirler kurabilir, o şehirlere isim verebilirsiniz.
Trakya’da, İstanbul’dan sonra en büyük şehrimiz Edirne’dir. İlk kez kurulduğunda ismi Odris olan Edirne, Tunca ve Arda ırmaklarının birleştiği yerdeydi. Roma ve Bizans egemenlikleri altında kaldı. Birinci Murat zamanında Bizanslılardan alınıp Osmanlı ülkesine katıldı. Batılı kaynaklarda uzun zaman ismi; Adrianopolis olarak görülür. Bu günkü ismini Osmanlılar verdi.

Tuesday, February 20, 2007

YAŞAM GÜZEL
Bu gün insan arayan dostlarıma, çok sevdiğim değer verdiğim kardeşlerime yazıyorum.
Dünya gittikçe kötüleşebilir, insan insan değilmiş gibi görünebilir…
Ama hala birileri askerlik yapıyor. Hala birileri asgari ücretle geçinmeye çalışıyor, hala birileri yuva kurma çabası içinde. Çocuklarını okutuyor, en büyük eğlenceyi sevdiklerinin dişleri çıktığında yaşıyor. Nasıl sağlıklı kalabilirim, gençleşebilirim diye dergiler karıştıran, botoksla gençleşen, bıçak altına yatıp fazlalıklardan kurtulan binlerce insan da tanıyorum. Bütün bunlar yaşamak için yapılıyor. Sizce duygularımız için ne getirdi uzmanlar. 19.yüzyılda kaldı yenilenmesi sevgi dahil duyguların…
Yaşamak çok güzel.
Dönen yanlışlar içinde yok olmamalıyız, kalan güzellikleri korumalı, iyiliklere sahip çıkmalıyız. İnandığımız her ne ise onun peşinden gitmeli, sıkı sıkı tutup bırakmamalıyız.
Elin kalem tutuyorsa, kalemin bu toplum için yazıyorsa; sen umutsuzluğa düşemezsin, yaşama sıkı sıkı sarılmak zorundasın. Umut olmalısın, yol göstermelisin; yanlış; bir dalga gibi üzerine de gelse, göğüs germelisin. Hiçbir şey iyilikten daha yüce olamaz, hiçbir şey doğrudan daha kalıcı yaşayamaz. İşte o sensin, doğruyu arama, doğru sensin, sen olmalısın.
Bu kadar kötülüklerin kol gezdiği bir dünyada, nasıl çabalarım diye endişelerin varsa; dağlarda dolaşan kadınlara, iki büklüm olmuş analara bakmalısın. Yaşama nasıl sıkı sıkı bağlı olduklarını okuyucularına da göstermelisin. Yaşamdan kaçamazsın, kaleminin ucunu açıp aramalısın, gördüğün yerde peşinden koşmalısın. Sen arkanı dönüp gidemezsin, kabul edemezsin yapılanları, yakınmak yetmez sana.
Rüzgarlar, yağmurlar, tipi, içini donduran don seni durduramamalı.
Yaşamı güzelleştiren; bazen yaşadıkların, bazen yaşayacakların ama en önemlisi de yaşamayı düşlediklerin olmalı.
Düş kurmalısın kardeşim…
Dünyanın bir gün iyi insanlarla dolacağını, yanlışların yok olup gideceğini düşlemelisin.
Doğrunun peşinden ayrılma, hiç yalnız kalmayacaksın. Toprak bile yüzyılda bir, solucan bulur da içinde dolaşabilirse toprak olur. Bazılarına göre toprak, alıcı olsa da, ölümü anlatsa da; değişmez özelliği; vericiliği ve can vermesidir.
İnsanlık hem duygu, hem de fiziksel olarak yenilenmek zorundadır… Değerlerimizi kaybetsek de, hiç değişmeyen; insanın doğruluğu olarak kalacak.
EVET dediğini duyabiliyorum
İnan ki yalnız sen aşık, hayran; özlem dolu değilsin düzgün ahlaka. Yolunu sapıtanlar, başkasına zarar verenler bile doğru olmak isteyeceklerdir. Yeter ki sevdir, sun, özendir; umutsuz görünme kaleminin ucunda.
Sahtekarlığın çikolata ile kaplandığını düşünenlerin daha büyük bir tehlike oluşturduğunu söylesem de, doğruların kazanacağı bir dünya için kolları sıvadıysan; ben de kalemimle yanındayım arkadaşım.